Kaygı, modern zamanın sessiz salgını.
Bir yanımız sürekli geleceği kontrol etmeye çalışırken, diğer yanımız bugünde kalmakta zorlanıyor.
Oysa ironik bir biçimde, geleceği inşa eden tek şey “bugün”.
Bizse çoğu zaman bugünü, geleceği düşünmekle tüketiyoruz.
Psikolojide “anticipatory anxiety”, yani öngörüsel kaygı diye bir kavram vardır. Henüz yaşanmamış olayların, olma ihtimaline karşı verdiğimiz aşırı tepkidir bu. Beyin, henüz yaşanmamış bir tehdidi gerçekmiş gibi algılar ve bedeni alarma geçirir.
Ama çoğu zaman o olay hiç yaşanmaz.
Biz yalnızca zihnimizin ürettiği senaryolara inanırız.
Zihnimiz, geçmişle gelecek arasında mekik dokuyan bir hikâye anlatıcısı gibidir.
Ancak dikkat ederseniz, o hikâyenin içinde “şimdi” çok azdır.
Kendinizi sürekli “biraz sonra olacaklar”a odakladığınızda, yaşamın dokusu ellerinizden kayar.
Bir bakarsınız, anı değil; sadece olası anları yaşamışsınızdır.
Kaygının en tehlikeli yanı, sessizce “alışkanlık” haline gelmesidir.
Bir kez kontrol etmeye çalışırsınız, sonra tekrar, sonra bir daha…
Ve bir gün fark edersiniz ki zihninizde sürekli bir hazırlık hali vardır: her şeye hazırlıklı, ama hiçbir şeye tam olarak dahil değilsinizdir.
Bu yüzden bazı insanlar tatilde bile rahatlayamaz; beden dinleniyor gibi görünür ama zihin hâlâ “ya bitince?” sorusuna takılı kalır.
Bilim bize şunu söylüyor:
Kaygı, beynin amigdala adı verilen bölgesinin aşırı uyarılmasından kaynaklanır. Ancak prefrontal korteks yani düşünen, değerlendiren bilinçli kısmımız devreye girdiğinde bu döngü kırılabilir.
Yani duyguyu bastırmak değil, fark etmek gerekir.
Korkunun adını koymak, onu yönetmenin ilk adımıdır.
Bazen farkında olmadan, bugünü “geleceğin provası” gibi yaşamaya başlıyoruz.
Her hareket, her karar, her duygu… sanki “sonra” için atılmış bir adım.
Oysa kendinize biraz izin verseniz, belki şunu fark edersiniz:
Bugün, geleceğin provasını yaparken tükeniyor.
Oysa belki de hayat, o provaların arasında çoktan oynanıyor.
Belki de şu soruyu sormalıyız:
Gerçekten “yaşam” dediğimiz şey, gelmesi beklenen bir şey mi?
Yoksa çoktan burada mı?
Sabah kahvesinin kokusu, bir dostla paylaşılan sessizlik, ya da yürürken yüzünüze vuran rüzgar… Bunların hiçbiri “gelecekte” değil.
Ama kaygı, bunların hepsini “önemsiz” gösterir.
Sanki huzur, ulaşılacak bir hedefmiş gibi.
Oysa huzur bir hedef değil; bir durma anı.
Şunu hatırlamak iyi gelir:
Kaygı, sizi korumaya çalışan bir misafirdir.
Ama kapınızı çaldığında içeri almak zorunda değilsiniz.
Onu fark edin, teşekkür edin, ama sonra gününüze devam edin.
Çünkü geleceği güvenli kılmanın tek yolu, bugünü farkında yaşamaktır.
Ve belki de en güzel gelecek, bugüne kıymet verenlerin ellerinde şekillenecektir.
Kaygı, yaşamın doğal bir parçasıdır; amacı bizi korumaktır. Ancak kaygı yaşamı yönetmeye başladığında, siz yaşamaktan uzaklaşırsınız.
Bugün küçük bir deneme yapın: yalnızca beş dakika boyunca hiçbir şey planlamayın.
Sadece nefesinizi, oturduğunuz yeri, bulunduğunuz anı fark edin.
Gelecek yine gelecektir ama siz, bu kez oraya bugünden geçmiş olacaksınız.
Siz en son ne zaman yalnızca bugünü hissettiniz?
Ne zaman hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadan, sadece olduğunuz haliyle var oldunuz ?